bugün

entry'ler (25)

jean jacques rousseau

insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı adlı eserini okuyan voltaire, j. j rousseau ya şöyle bir mektup yollamıştır: ''insanın kitabınızı okuduktan sonra dört ayak üstünde yürüyesi geliyor''. neden? çünkü rousseau ya göre, insan sadece doğa halinde özgür ve mutludur. toplumsallaşan insanoğlu özgürlüğünü de mutluluğuna da yitirmiştir.

yer yarılsa da içine girsem denilen anlar

bilenler bilir, eğer ilkokulu küçük bir semtte okuduysanız, okul içinde olan herkesle ayrı bir samimiyetiniz olur. sınıf arkadaşları aynı zamanda sokak arkadaşları olur, veliler tanışır, birbirlerine girip çıkmaya başlarlar, hatta bu karşılıklı aile ziyaretlerine öğretmeniniz ve ailesi de katılır. işte zaten o zaman, haklı bir gurur kaynağınız vardır. o taptığınız kadın, size annenizle çay içmeye geldiğinde ertesi güne anlatacak ne çok şey vardır (kendimde bi iclal aydın havaları sezdim, hadi hayırlısı). neyse uzatmayalım. bir an önce utançtan yerin dibine girelim. şöyle ki, öğretmenimin benimle yaşıt bir kızı vardı. kendisiyle çok sıkı fıkıydık. hatta bana evlenme bile teklif etmişti o zamanlar. marie antoinette ve mozart tarzı bi ilişkimiz vardı küçüklüğümüzde; gerçi o ilişki şu an tarih olmuş olsa da. kendilerinin gel zaman git zaman bir doğumgünü partisi oldu. sanırım ilkokul 4 ya da 5inci sınıftaydım -ki utancın anlamını gayet iyi bilir bir çağdaydım yani. malum, zaten aile dostu sayılır, hediye almaksızın gitmek olmaz. annem elime bi miktar tutuşturdu, 'git dedi sen kendi istediğini al, ben de ayrıca bir şey alırım'. ben doğru küçük semtimizin en ilginç şeylerini satan kırtasiyeye yollanıp, bi puzzle aldım. ertesi gün, parti günü. bir güzel giyindim kovboy kıyafetlerimi, ayakkabılarım bi fiyaka ki sormayın. saçlar yana taranmış. babamın parfümü dökülmüş, mis gibi olunmuş. aldım puzzle yi elime, annem de o arada tutuşturdu kendi aldığı hediyeyi.

partide kimler yok ki. bizim sınıfın seçkin öğrencileri (nedense!), siteden bir kaç çoluk çocuk kalabalığız baya.ama öğretmenin kızı bana yangın. üstelik okulun en çalışkan öğrencisi olduğum için de benim ayrı bi havam var. aman aman! ilk ben dans ettim tabi doğumgünü kızıyla.

an gelir hediyelerin başına toplanılır.

paketler açılır. barbie bebekler mi dersiniz, süslü kağıtlar, kalemler, defterler, üçer tane küçük prens, bi adet çocuk kalbi... tam bi site çocuğu hediyeleri. ne kadar statşk. ne kadar statik dimi, sıra geldi bana, verdim elimde ki paketleri, önce puzzle açıldı, kız bana bi göz kırpttı, geldi diğer pakete. paket açıldı ve içinden bembeyaz lastikli üç adet don çıktı. önce bir şok anı, ben olayı reddetme isteğiyle doluyum ama yapacak bir şey yok, resmen annem kıza don almış ya. var mı böyle bir şey allahım! etrafta kıkırdamalar, gülüşmeler, öğretmenin kızının ezici bakışları; yani onun elinde şaşkınlıkla tuttuğu o donlar ne kadar beyazsa benim de suratım o an için o kadar kırmızı. ben anneme duyduğum nefret duyguları içinde yavaşça koltuktan kayıp mutfağa geçiyorum. su içiyorum. bi daha içiyorum bi daha. yavaş yavaş defalarca içiyorum ki su içişim hiç bitmesin, parti sonuna kadar böylece salona dönmek zorunda kalmayayım. ama mecburen gidiyorum, o anyerin dibinde bir kaç bin kat altında huzur içinde olmak istiyorum. allahım utanıyorum işte.

o zamandan beri iyi tanıdım ben utancı. anneminse aldırdığı bile yok; 'herkes oyuncak falan almıştır ben işine yarar bir şey alayım dedim'. oldu anne, bi de ufacık kıza 'giydikçe beni hatırla' deseydim.

unplugged in new york

bu konserin düzenlendiği salon -artık tam olarak neresidir bilmiyorum- kurt cobain in isteğiyle öyle bir düzenlenmiştir ki resmen bir cenaze töreni gibidir. mumlar, çiçekler ve kurt cobain in soluk yüzü. nitekim (kenan evren in lafı bu lan ne var benim dağarcığım da) çok değil 1-2 ay içinde kurt cobain intihar etmiştir. özellikle meat puppets ile birlikte söyledikleri şarkılar muhteşemdir. dinleyesim geldi- atayım playliste bari.

sarsak samsa

insanda daha iyi biri olma isteği yaratan.

the mole

south park ın bigger longer and uncut adlı uzun metrajlı filminden, tanrıyla problemler yaşayan bir karakter. terrence and philip i kurtarmaya çalışlırken cartman ın ihmalkarlığı yüzünden bekçi köpekleri tarafından öldürülür.

kyle: oh my god!
the mole: god? he is the biggest bitch of them all!

vs

içinde go, rats, rearviewmirror, wma, indifference gidi dehşet şarkılar barından aşmış albüm. ten den daha çok severim.

marmara üniversitesi anadolu hisarı kampüsü

4 yılımı geçirdiğim ve şimdi yüksek lisans yapıp 2 senemi daha geçirmek istediğim kampüsümsü. çok sevdiğimden değil, elimde başka seçenek olmadığından.

arkadaşlık

beraber ağlandığında en çok hissedilen duygu. insanları birbirine bağlayan daha tatlı bir bağ yoktur sanırım dünyada.

şebnem ferah gibi şarkı yazmak

efendim öncelikle böyle bir yazıma girebilmek için özel hayatınızda birtakım değişiklikler yapmanız gerekmektedir. fakat yapılacak değişikliklerin de nitelikleri önemlidir, burada amaçlanan değişikliklerin hayatınıza renk katması değil, aksine mümkün olduğunca sizi alt üst etmesi, bunalımlardan bunalımlara gark etmesidir. bunun için önerilerilen bir kaç standart değişiklik vardır: sevgilinizi terk ediniz, ebeveynlerinizle kavga ediniz ya da öyle olmasa bile yıllardan beri onlarla hiç anlaşamadığınızı düşününüz, en yakın arkadaşlarınızla selam sabahı kesiniz ve çantanıza i am anti-social yazan rozetler takınız, akşamları dışarı çıkınız birileriyle kesişiniz ama niha-i sonuca ulaşmayıp, eve gidip ağlayınız,sık sık sarhoş olunuz( özellikle şarap içilmesi tavsiye edilir), eğer hala kızsanız bi an önce bekaretinizi veriniz ve ardından evlenmeden ilişkiye giren kızlara türk toplumunun nasıl baktığını bir kere daha hatırlayınız, eğer erkekseniz içine girilecek kaygan bir delik bulunuz... bu ve buna benzer alıştırmalardan sonra içinizde gerekli olan duygu birikimine sahip olacaksınız ve sizde artık şebnem ferah gibi şarkı yazabilme yetisine kavuşacaksınız.
tabi yazdığınız şarkıları okuyacak kişiye de büyük bir görev düşüyo çünkü şebnem ferah şarkıları asıl gücünü, sözlerin değerini artıran vokal tarzından almaktadır. bunun için de kimi zaman okulda arkadaşları tarafından alay edilmiş kadın çığlığı, kimi zaman bi erkek tarafından ilişki sonrası terk edilmiş kadın çığlığı, kimi zaman toplumsal anlayışa isyan eden kadın çığlığı kimi zaman da boş çığlık atmanız ama illa ki çığlık atarak şarkıları söylemeniz gerekmektedir. ihtiyacınız olan tüm şeyler bunlardır. yürüyünüz dostlar yürüyünüz.

belediyelerin calistiklarini gosterme cabalari

son zamanlarda belediyeler bir garip furyaya tutunmuş gidiyorlar. belediyeler, yapmakla yükümlü oldukları işleri sanki öyle bir mecburiyetleri yokmuş da sırf vatan millet hayrına yapıyorlarmış gibi gösterme çabaları içine girdi. hani, 'bakın biz neler yapıyoruz' diye prim yapma telaşı tüm belediyelerde.. sonucunda da trajikomik reklam kampanyaları.. öncelikle istanbul büyükşehir belediyesi başlattı sanırım bu anlamsız hareketi. lakin ülke çapında tutmuş olsa gerek ki trabzon, antalya, izmit gibi ülkemizin farklı köşelerinde de belediyelerin aynı tutumlarını görür olduk.

şimdi görev senin görevin zaten, sen o işi yapmak için ordasın, o işi yapmayı talep ettin, bizler de talebini görüp seni o işi yapman için oraya getirdik. e peki neyin cakası satılıyor halka anlamadım? izmitte benim apartmanımın bahçesinden bile küçük bir yer (-ki bu hemen hemen deyim yerindeyse göt kadar bir alanı ifade ediyor) yeşillendirilmiş. ardında üzerine hemen gururla yazılmış: 'çalışınca oluyor'.. alla alla?? yine aynı izmit belediyesi aylarca bağırarak ilanlarda bulundu : altyapı çalışmalarına 149 milyon $ harcandı' diye. bunu açıklamakta elbet bi sorun görmüyorum ama her bulduğun fırsatta ddile getirmeye her gördüğün yere bunun afişini asıp milletin sürekli gözüne sokmayı anlayamıyorum. tamam iyi olmuş ama zaten şehrin öyle bi ihtiyacı varsa, yapılması gerekiyordur. öyle bi intiba uyandırılıyor ki hani millet nerdeyse 'ulan helal olsun heriflere' diyecek. desin de ne helali? sanki adam kendi cebinden çıkartıp yapmış altyapıyı. o para kimin parası? benim param. benim paramla benim gözüm boyanmaya çalışılıyor.
(he bi de sonuç alınsa.. altyapısına o kadar para harcanan şehir kaç haftadır susuzlukla mücadele etmekte, trafik sorunu hiç olmadığı kadar artmış ve yeni döşenmiş parkeler ilk yağmurla birlikte körfeze döküldü)

yıllarca bu ülkenin vatandaşları ne çektilerse belediyelerden çektiler sanırım.. hep hatırlarım her gelen belediye başkanının şehir için uğraşmadığından bahsedilmesini..ya bu genel görüş kırılmaya çalışılıyor ya eski belediyelere dolayısıyla diğer partilere leke sürülmek amaçlı 'bakın onlar çalışmadı biz çalışıyoruz' izlenimini yaratmaya çalışıyorlar. ama samimiyetsizlik ve komiklik diz boyu. bazı şeyler bu yollarla anlatılmaz. sanırım herkes okulda öğretmen geçen haftanın ödevini henüz sormamışken, bi kendini gösterme merakıyla kalkıp 'hocam geçen hafta vıyvıy konusundan gıygıy ödevi vermiştiniz ben yaptım' demesinden tiksinir. bu 'biz yaptık'lar ifadesi de o ödev yapan kızın 'ben yaptım'ı kadar iğreti ve sinir bozucu.

ve daha bunun gibi anlamsız bir sürü slogan: büyükşehir çalışıyor, belediye iş başında, yaptık oldu, çalışınca oluyor, biz insan taşıyoruz...

evet biz de salağız zaten...

sabahattin eyuboglu

türkiye nin gördüğü en iyi çevirmenlerden biri. macbeth i bir de onun ellerinden çıkmış halinden okumak lazım.

cumartesi

sıkıcı cumartesiler haftanın tüm diğer sıkıcı günlerinin toplamından daha çok can sıkar.

eleştiri

nedense herkesin yanlış anladığı bir özgürlük bu. günümüz toplumlarında eleştiri, herkesin hakkıdır. bir ailenin ferdi olarak baba, bir çalışan olarak sistem ve yurttaş olarak toplumsal kurumlar eleştirilebilir. her ne kadar karşı tarafın pek hoşuna gitmese de bu bir haktır. ve hiçbir hak, korku karşısında gerilememelidir; yoksa hak, hak olmaktan, özü itibariyle değil ama algılanış olarak çıkar (nitekim gerçek bir hak her zaman için haktır) ve zamanla kullanılamaz hale gelir. çünkü her zaman için karşı tarafın hakkını elinden almak isteyen kişiler olacaktır; karşında ne kadar az hakkını savunan kişi varsa, ona karşı, o kadar güçlüsündür . eleştiri de, verilmiş olan değil, herkesin kendiliğinden sahip olduğu bir haktır, bu hakkı 'haksız bir eyleme' dönüştürecek nitelikler taşımadığı sürece.

bakirkoy sanat merkezi

ali poyrazoğlu ve ferhan şensoy un da burada düzenli gösteri yapma ihtimalleri yüksekmiş. ilgililere duyurulur.

yersiz oyuncular

yeni sezona eylül 15 de başlayacak olan topluluk.

kusmak

sık sık yaptığım eylem. alışkanlık yapacak olur olmadık yerlerde kusmaya başlıycam ondan korkuyorum.

çeko

hangi bölümde okuyorsun diye soranlara kısaca 'ekonomi' diyip başımdan savdığım lisans diplomasını aldığım yer. aldığım diploma duvarımda bile asılı değildir, olmayacaktır, o derece de sevdim dört yıl boyunca kendilerini.

esenkent

yıllarımı geçirdiğim ve her gün eve dönerken binbir küfür ettiğim mekanım. küfür etsem de benim mekanım. ya da 'hem sevdiğim hem küfettiğim yer.'

kargabeyaz

bir yerlerden tanıyorum sanki ben bu adamı. hani nerdeyse her günümü birlikte geçiyorum. hani nerdeyse aynı sahneyi paylaşıyoruz. hani nerdeyse bugün balık yediğini biliyorum. o derece yani.

yaralı köpek

zat-ı şahaneleri pek bir sevdiğim mahzuzumdur. kendisiyle iyi kız kestiğimiz söylenebilir.

(bkz: surpriz)